Bir Kars yazısı (7 Eylül 2018)

"Şurdan bir tren geçiyor ki

Trene bakıyorum ki

Trenin üzerinde bir yazı yazıyor ki

O da Doğu Ekspresiymiş ki"

Evet, ünlü filozof ve şair, Konya'nın Kulu ilçesinin Altılar köyünden gelme Kasım'ın bu eşsiz dizelerinden de anlaşılacağı üzere Kars'a Doğu Ekspresi'yle gittim ve o şekilde de geldim. Eğer ki upuzun yazıyı okumak istemiyorsanız bundan daha güzel bir özet bulma imkanınız bulunmamakta.

Peki ama ne oldu da böyle bir karar aldın? Kararı ben vermedim, aslında ben verdim de süreç biraz iradem dışında gelişti. Gitmeden aylar önce arkadaşlarla oturuyorduk, birden böyle bir şey düşündük. Doğu Ekspresi'ne binip Kars'a mı gidilmeli? Finaller bitsin, ondan sonra yapacaktık. Bu kararı aldık ve konu böylece kapanmış gibi gözüktü. Aylar sonra yeni yıla girdiğimizde arkadaşım beni aradı, gidip gitmeyeceğimi sordu. Ben de gideceğimi belirttim ve bana hemen döneceğini söyleyip telefonu kapattı. Tabii dönüşü haftalar sonra oldu da Yüce Rabbime şükürler olsun ki araya bir plan koymamıştım. Parayı nakit verdim kendisine ki bu süreçte yaptığım tek iş buydu. Sosyal medya kullanmadığımdan süreçten pek haberim olmamıştı. Meğer Facebook'tan KarsRail gruplarına danışılmış, bir grupla anlaşılmış, TCDD'den ek vagon talebinde bulunulmuş, WhatsApp grubu kurulmuş vs...

Her neyse o büyük gün geldi çattı ve (YHT'siz) Ankara Garı'nın önünde hep beraber buluştuk, burada sadece bir kişiyi tanıdığımdan diğerleriyle de tanıştım ve tren istasyonuna gitmek için otobüsümüze bindik. Otobüs de nereden çıktı? Meğer memleketin doğusuna YHT (Yüksek Hızlı Tren) yapılacakmış da raylar yenileniyormuş! Neyse efendim, Irmak durağından trenimize bindik. Yolculuk bizim için başlamıştı.

Burayı da epey uzun tutacağım, zira Doğu Ekpresi yolculuğu da en az Kars kadar yaşanmaya değer. Öncelikle fiyatı gayet makul. Gidiş - dönüş kuşetli vagon 140 TL (Ocak 2018 fiyatı bu, belki zamlanmı...pardon güncellenmiştir.). Ama yeme - içmeyi kendiniz karşılıyorsunuz ve trende neredeyse hiçbir şey yok, var da okul kantini gibi daha çok. Ayrıca sigara ve alkol de serbest. Ama sanırım pulman vagonlarda yasak. Biz bir grup olarak vagonu tutmuş olduğumuzdan ötürü çoğunluk gençlerden oluşmaktaydı. Bu arada başlarda yatak krizi yaşadığımızı da belirtmeliyim. 10 kişi olduğumuzdan ötürü her vagon 4'er kişi olduğundan 2 kişi dışta kalıyordu, tabi o 2 gönüllüden biri de ben oldum (Bir ara 1'e düştü romantik sebeplerden ötürü, o 1 tabii ki benim.). Bu yüzden gidilecekse ya 4'den az ya da 4 ve 4'ün katlarıyla gitmek hepimiz için daha rahat olabilir.

Akşam çıktık yola, zaten tren de yavaş gittiğinden (Aslında hızlı sayılır, 70 civarı gidiyordu) gece vakti duble yollardan geçen araçları, karlı tarlaları ve İç Anadolu şehir binalarını görmeniz mümkündü. Biz de içerek veya içmeyerek manzaralara bakmayı sürdürdük tabii. Arada sırada iskambil veya grup oyunları oynadık vagonumuzda. Kayseri'ye geldiğimizde epey durduk (Yarım saat) bir de, çünkü tren manevra yapmak zorunda kaldı. Bir de kanalizasyonu epey kötü tuvaletlerin, yani bir YHT değil bu konuda. Çok sıkışıp büyük abdest yapmak isteseniz tuvaleti kokudan öldürebilirsiniz. Aman diyeyim. Onun dışında bir sıkıntısı yok.

(İç Anadolu'muzun ve kadim memleketimizin kadim yerlerinden Sıvas taraflarından akan bir dere. Yeşilırmak - Kızılırmak ikilisinden biri ama keşke sorsaymışız görevlilerden birine. Ah, ah! Derken Kızılırmak olduğunu öğrendim o yörenin çiftçisin...yok ya çok değer verdiği Sıvaslı bir büyükten.)

Uyuduk uyandık. Sıvas'ı geçmiş, Divriği taraflarına gelmişiz. Burada böyle en aşağı 30 tane tünel var 80 küsur sene önce yapılmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkeyi demir ağlarla örmek için Divriğili bir iş adamı (Nuri Demirağ) yaptırmış buraları, paraları da cukkalamış anlaşılan. Neyse böyle geze geze, işte diğer arkadaşlarla halay çeke çeke Erzurum'a kadar geldik. Daha önceden arkadaşımdan aldığım tavsiye üzerine Cağ Kebap söyleyelim dedik, söyledik, Erzurum'a gelince de aldık. Ama beğenmedim ben. Nerede o Sirkeci'de yediğim Cağ Kebabı, nerede bu... Neyse burayı da geçtik karlı manzaraları göre göre akşam vakti Kars'a geldik.

Kars, uğruna romanlar yazılan (Mesela Orhan Pamuk'un (doğ. 1952) Kar adlı romanı) türküler söylenen ve espriler yapılan şehir. Ayrıca, Zeki Demirkubuz'un (doğ. 1964) Kader (2006) adlı filminin bir kısmı da burada çekilmiş. Gece vakti buranın sade görünüşlü garından dışarı çıkarken ortalık ana - baba günü gibiydi. Taksiler, dolmuşlar, turcular falan... Biz de kalacağımız yere nasıl gideceğiz diye düşünürken (Ben yürüme taraftarıydım ama meğer epey uzaktaymış orası. Aslında uzak değil de hava soğuk.) arkadaşlardan bazıları bir tur şoförüyle anlaştı ve şoför bizim de içinde bulunduğumuz bir grubu alıp sırasıyla kalacakları yere bıraktı. Bu arada daha iyisi var mı bilmiyorum ama şoför bey bizi üç gün boyunca birçok yeri gezdirerek yeme - içme haricinde bizden 45 TL(İyi bir güncelleme gelir buna) aldı. Daha pahalılarının olduğu söylendi ama bilmiyorum. Bence fena değil, ismi de Rıfat şoför beyin. Gardan gece vakti inerseniz sizi pusuda bekliyor olacaktır kendisi, merak etmeyin. Ayrıca kendisine de değineceğiz.

Kaldığımız yer, Sağlık Bakanlığı'na ait Kars Hekimevi idi. Geceliği 30 TL (Güncelleme geldi mi bilmiyorum), ikişer kişilik odalar, banyosu, televizyonu ve interneti var. Bence gayet makul. Üstelik sağlıkçı terliği de var. Yataklar rahat, odalar geniş. Anahtar veriyorlar bir de odanız için ama çalışanlar içinde süreklilik olmadığından kimisi anahtarın dışarı çıkışının yasak olduğunu belirtirken, kimisi de bu duruma sesini çıkarmıyor. Yasal olan ilkidir ama muhtemelen. Bir de gece son girişler 23.00'de. Bunun dışında birkaç arkadaşımız da önceden Couchsurfing uygulamasını kullanarak kendilerine kalacak bir yer buldu ve onlar da epey memnun. Eğer az kişiyseniz Couchsurfing'i veyahut Facebook'taki couchRail grubunu da kullanabilirsiniz (Kullanmadığın halde nereden biliyorsun? Oda arkadaşlarım couchRail'i, yakın bir arkadaşım da Couchsurfing'i kullandı da ondan.).

Uykuya düşkün ve yorgun bir şahıs olduğumdan ilk geceden yatağıma yattım ama meğersem bizimkiler sabaha kadar içeride takılmışlar. Sadece son gece ayakta olduğumda öğrendim bunları. Neyse sabah erkenden kalktım ve Rıfat Bey bizleri almaya geldi. Bizden sonra birkaç kişiyi de aldı ve Ani Harabeleri'ne doğru yola çıktık. Bu arada önlerde oturduğum için hem başkalarıyla muhabbetlerini dinlediğim hem de kendim muhabbet ettiğim Rıfat Bey'den söz edeyim. İlginç bir isim, memur olabilecekken vazgeçmiş, şoförlük yapmaya karar vermiş. Mehmet Ali Birand'ı, Tarık Akan'ı falan taşımış. Bir de yol üzerinde bulunan eşinin köyü de Rus işgali sırasında düşmana taş bile atmamış. Böylesine ilginç bilgiler. Kendisi de mütevazı duruyor diyebilirdim ama son gün yaptığı bir harekete bozulduk. Onu da anlatacağım, merak etmeyin ama gezimize dönelim.

Ani Harabeleri, daha doğrusu Ani Örenyeri epey eski bir yerleşim. MÖ 5000'e kadar uzanan bir tarihi mevcut ama sevgili Türkiye ve Ermenistan halkları buraları yağmalamayı tercih etmiş. Duvar yazılarıyla özellikle. İyi tarafından bakarsak epey geniş bir yer, çok fazla yapı varmış ki çoğu yıkılmış bir şekilde. Kilisesinden evlerine kadar. Ayrıca Ermenistan sınırını da görebiliyorsunuz, Ermenistan bayrağını ve askeri üssünü de. Ayrıca burada telefon hatları nedense Ermenistan'dan çekiyor, Türkiye sınırında olmanıza rağmen. Neyse, burasının girişi paralı. Kaç para diye soracak olursanız 8 TL (Güncellenmemiş hali). Ayrıca gez gez bitmiyor, biz burada 3 saat dolaşabildik ama bitmedi, aklınızda bulunsun, buraya gelecekseniz erkenden gelin.

Bir sonraki durağımız Çıldır Gölü. Daha doğrusu Çıldır Gölü'nde balık yemece. Epey kar manzaralı bir yoldan gidiyoruz gene buraya. Arpaçay'a uğruyoruz bir de insanlar para çeksin diye ama Ziraat'ten başka banka yok tabii, gerçi ATM vardı epey. Rıfat Bey kendi tanıdığı bir mekanda indiriyor bizleri. Balıkları söylüyoruz ve iki tane milliyetçi dayı, bağlamayı da alıp bize çeşitli Kars türkülerini söylüyor. Pek beğenmedim ama yorumlarını. Zaten sonunda da siyasi göndermelerde bulundular falan (O dönem Zeytin Dalı Harekatı vardı, onunla ilgili). Neyse balıklarımızı da yedikten sonra (Onları da beğenmedim, sen de beğenmiyorsun bir şeyi de be!) dışarı çıkıp donmuş Çıldır Gölü üstünde yürüyoruz, eğleniyoruz ve tabii ki burada iki adımlık yere kızak çekip 10 TL (Güncellenmemiş) isteyen veletler mevcut. Üstelik kabalar da. Neyse burada da halayımızı çekip sonrasında Kars'a dönüyoruz. Kale'ye çıkmak istiyoruz ama vakit epey geç oluyor. Dolayısıyla şehirde geziyoruz biraz ama Kale taraflarına da yürüyoruz. Kars ortalama bir Anadolu şehri gibi, belli bir saatten sonra kimsenin olmadığı, temel dükkanların bulunduğu ve anladığım kadarıyla insanlarının buz patenini pek sevdiği bir yer. Zira, buranın belediyesi kaldırımları küremeyi pek tercih etmemiş. Bu yüzden düşmüşlüğüm de mevcut. Neyse orada burada geziyoruz derken bir mekan görüyoruz. Taşköprü adı. Bir aile mekanı, yemeli içmeli türkülü. Burada etkilenip rezervasyon yaptırıyoruz, sonra da aşağıya gidiyoruz. Gitmeden bir de Türk-İslam motifli ortalam bir Anadolu şehrinde görülebilecek türkülü bir nargile mekanına oturup çay-nargile yapıyoruz, sonra da çıkıp yolumuza devam ediyoruz. Tabi Kars olduğu için toplu taşıma belirli bir saatte bitiyor. Dolayısıyla taksiye biniyoruz ve iki üç adımlık yere 15 TL (Güncellenmemiş ve taksicinin dediğine bakılırsa Kars'ın turist akınına uğramamış hali) alarak bizi yolcu ediyorlar.

Neyse geldik, yattık uyuduk. Ertesi gün, gene aynı şekilde kalkıyoruz. Bu sefer Sarıkamış'a. Ama şehre girmiyoruz, doğrudan dağa çıkıyoruz. Yürüyerek dağın tepesine çıkıyoruz, daha doğrusu ortaya kadar yürüyüp sonra da teleferiğe biniyoruz. Teleferik güncellenmemiş 5 TL. Sonra en tepede biraz takılıp gene teleferikle (İnerken para almıyorlar) iniyoruz. Ama teleferik zaman zaman durabiliyor bu yüzden havada kalma zevkini yaşıyorsunuz. Neyse en sonunda indik ve Sarıkamış'tan çıkarken Rıfat Bey bize Şehitler Anıtı'nı gösterdi. Kars'a geldik.

Akşam Kale tarafına gideceğimiz için kimimiz dinlenmeyi tercih ediyor ama birkaç kişiyle birlikte Kars müzesine gitmeyi tercih ettik. Müze küçük ve ücretsiz. Ayrıca tarihi eserler mevcut epey, işte Urartulardan kalma eserler, Selçuklulardan kalan paralar, tarihi mezarlar vb... Buradan da çıkıyoruz ve diğerleriyle buluşmak için yürüyerek Kale'ye çıkıyoruz ama ilginç yerlerden geçiyoruz. Sanayilerden, gecekondu mahallelerinden ve ilginç bir anıya tanık oldum burada. Çocuklar kendi aralarında maç yaparlarken nesine oynadıklarını sorduk ve çocuklardan biri "Sigarasına..." dedi. Evet, ciddiydi. Neyse köpeklerin arasından Kale'ye çıkıyoruz ve diğerleri gelmeden bir mekanda oturup tavla oynuyoruz. Sonra diğerleri geliyor ve çıkabildiğimiz kadar tepeye çıkıyoruz. Merdivenler epey dik ve buzlu. Bu yüzden çıkıp inerken dikkatli olunuz. Manzara da epey boğuk zaten. Sonrasında inip rezervasyon yaptırdığımız mekana iniyoruz. Böyle bir Kale'ye 1970'lerde çıkılıp SSCB bayrağı asıldığına (O dönemlerde sağ görüşlü bir mebusun iddiası) da pek inanamadım bu arada, tabii o zamanlar görkemli miydi bilmiyorum.

Taşköprü epey güzel, işletmecisi de, aşık dayıları (iki adet) da gayet güler yüzlü. Öbürünü hatırlamıyorum ama Sabri Yokuş (doğ. 1969) aslen Ispartalı olduğumu duyunca yıllar önce oraya Gül ve Halı Festivali için geldiğini söylemişti, oradan aklımda kalmıştı epey. Videoları da mevcut YouTube'da falan. Yemekleri de ilginç, keteleri (Kars böreği oluyor sanırım), ıspanak çorbaları, değişik mantıları vardı yanlış hatırlamıyorsam. Ama ortam epey samimiydi, güzeldi. Parası makuldu ama nedense hatırlamıyorum şu an. Neyse oradan da ayrılıp Hekimevi'ne döndük ama bu sefer gece erken uyumadım tabii. Batak attık sabaha kadar, fena ortam değildi bence. Sabaha karşı birkaç saatliğine uyuduk, zira dönüş trenimiz 09.00'daydı.

Bu arada kaz da yemek istedik, ama porsiyonu 50 TL (Güncellenmemiş) civarıydı. Tadımlık 10 kişi yemek istiyorsanız yapabilirsiniz, doymak için yemeyin.

Neyse son bir tatsızlık daha yaşandı. Rıfat Bey bizi sabah alıp Gar'a bırakabileceğini söylemişti daha öncelerde ama nedense son anda caydı ve bizi yarı yolda bıraktı, biz de taksi tutmak zorunda kaldık. Bu yüzden dönüşünüzü de gidişiniz kadar iyi ayarlayın.

Bundan sonrası için fazla yazılacak bir şey yok. Gene trenle döndük ve bu sefer bir aksiyon yaşanmadı diyebilirim, genelde de uyuduk zaten. Ama zevkliydi, güzeldi, para biriktirin ve arkadaşlarınızla böyle güzel bir gezi yapın, gerçekten. Kars da her şeye rağmen iyiydi. Tren zaten iyiydi belirttiğim eksiklikler dışında. Beni buraya davet eden, burada tanıştığım, beraber içtiğim, oyun oynadığım, sohbet ettiğim, birlikte anı paylaştığımız herkese kucak dolusu sevgiler.

Son olarak da, Kars'ın bence simgesi olan şu türküyü de paylaşmadan geçmek istemiyorum:

"(Ah)

Bir Hışmınan Geldi Geçti

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bu Dağları Deldi Geçti

Kim Kim Kim Kim

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bir Bey Oğlu Bir Bey Oğlu

(Ah)

Bir At Biner Ala Paça

Mecel Vermez Kırat Kaça (Hey)

Az Kalsın Ortamdan Biçe

Kim Kim Kim Kim

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bir Bey Oğlu Bir Bey Oğlu

(Ah)

Hay Edende Haya Teper

Huy Edende Huya Teper (Hey)

Köroğlunu Çaya Teper

Kim Kim Kim Kim

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bir Bey Oğlu Bir Bey Oğlu"

Ek: Yazının başlığını Jak Deleon'un (1951-2005) "Bir Beyoğlu Gezisi" isimli kitabından düşünerek seçtim. Tavsiye ederim, güzel kitaptır. En azından bu yazıdan daha derli toplu, özenli, bilgilendirici ve eğlenceli. Remzi Kitabevi'nden çıkma bir kitap.

Ana sayfaya dön

İrtibat adresi: luzumsuz@riseup.net

2018 Copyfarleft. Her ne kadar Neocities'e bağlı kalsam da telif lisansı olarak bunu kullanmayı tercih ediyorum.