Efendim uzun bir aradan sonra selamlar, geçtiğimiz yaz (yani bundan önceki yaz, 2017) memleketten bir arkadaşımla aylardır planladığımız geziyi yapmak üzere yola çıkmaya koyulmuştuk. Esasında ta Bodrum’a kadar gidip oradan dönecektik, ama gezimiz epey deneysel sürdüğü için pek de bunu gerçekleştiremedik. Nasıl yani deneysel? Şöyle ola ki, gideceğimiz rotaya (Antalya – Fethiye sahil yolu) haritalar üzerinden bakıp, “Yaa biz buraları hemen geçeriz ya, her yere biraz uğrar sonra yolumuza devam ederiz.” düşüncesindeydik. Ama pek öyle olmadı, epey olay yaşadık bu üç günlük (Evet üç) gezi süresince.
Nasıl hazırlandık? Bir tane Quechua çadırı, gene bir tane Quechua çantası, iki tane mat, iki tane de yastık alıp yola koyulduk (Evet yastık haricindekiler aynı işletmeden alındı). Onun dışında da paramız da vardı biraz, şunu yaparız, bunu ederiz gibi işler için.
Nereden başladık? Bacasız sanayi yani Antalya’da yaşadığım için arkadaşımla orada buluşup hazırlıklarımızı yaptık ve o günlerde pek mübarek büyükşehir belediyemizin Kemer’e deniz otobüsü seferleri düzenlediğini öğrendik ve o yolla gidelim dedik. O zamanlar öğrenci başına 9 TL idi, şimdilerde 15 TL olmuş. Ayrıca günde üç kere (Antalya’dan 09.00, 12.00 ve 17.00, Kemer’den de 10.30, 13.30 ve 18.30) sefer konulmuş ve deniz otobüsü epey küçük. Ama Kemer’e deniz görerek gitmeyi düşünüyorsanız epey elverişli bence. Antalya’dan kalkış yeri de Yat Limanı (Kaleiçi’nin altındaki yer. Konyaaltı taraflarındaki Liman’la karıştırılmasın).
Deniz otobüslerinin kalktığı yer. Görüntünün kaynağı
Neyse biz buna binip gittik ve Kemer Marina’da indik. Yaklaşık 1 saat sürdü yolculuğumuz. Biz haritadan bakınca “Beydağları Milli Parkı’nın” sahil boyu uzandığını düşünüyor, yürüyerek Tekirova’ya kadar gideriz en azından diyorduk. Meğer dağlıkmış oralar. Hayır, yıllardır Akdeniz bölgesinde yaşayan bizler bunu bilmiyorduk ama en nihayetinde Tibet’te keşiş hayatı süren birisi bile orasının dağlık olduğunu tahmin edebilir. Neyse ilk yanılgımız bu oldu.
Bari şehirde gezelim biraz diye düşündük ve öyle de yaptık. Şehrin içinde sakin bir park bulduk ve matları serip biraz dinlendik. Böyle gezilerde kimsenin gitmediği ama sakin olan parkları tercih ediyorum genelde. Belediyemiz yapmış, iyi ki de yapmış ellerine sağlık. Her neyse bari plajlara gidelim dedik. Oralar da çok yoğundu. Neyse diye düşündük, bari ana yola çıkalım, otostop çekelim yolumuza devam edelim dedik. Şehrin merkezinden, turist kazıklayan esnafın (Antalya’da olduğu gibi burada da Euro’yla mal satıyorlardı), çeşitli alışveriş merkezlerinin yanlarından falan geçerek ana yola ulaştık.
Kemer'in tepeden görünüşü. Görüntünün kaynağı
Otostop çekmek için şehrin biraz dışına çıktık ve evet şunu belirteyim ki toplumsal cinsiyet kavramları otostopta çok önemli. Maskülen varlıklar, varkalım mücadelesinde üstün olduklarından türün diğer varlıkları maskülenlerin varkalımına pek karışmaz. Ne demek istedin? Erkekseniz, otostop çekmeniz imkansıza yakın. İlk ve son otostopumuz da burada gerçekleşti zaten ve işin ilginci bu duran araç da bir otel servisiydi!
Aslen Urfalı ve yanlış hatırlamıyorsam beş çocuk sahibi (Beşini de okutmuş), muhabbet sever bir amcaydı. Tekirova’ya gidiyordu. Yol boyunca bize neden otostopta erkeklerin zor alındığından, normalde otel servisliğinin zorluğundan, ne zaman geldiğinden, Tekirova’nın güzelliğinden ve memleketimizi öğrenince Barajlar Kralı’nın (Kim olduğu biliniyor, 1924-2015) ve reisimizin (Onu zaten biliyorsunuz) yaptığı yollardan bahsetti falan. İyi bir insandı epey, kulakları çınlasın dedik ve Tekirova’ya geldik.
Suyu berrak, insanı güzel ve oteli bol bu yerde denize nereden gireceğimizi bilemediğimizden en sol taraftan denize doğru ilerledik ve tam gelirken güvenlik bizi uyardı ve ileriden girmemiz gerektiğini söyledi, meğer oralar hep otellerinmiş. Biz de epey ilerledik ve küçücük “halk plajı”nı bulduk. Suyu gerçekten berrak ve çakıl taşlarıyla dolu burası. Ayrıca çok geleni gideni de yok. Yani rahat olduğunu belirtebilirim. Burada da bir süre durduk, hatta çadırı burada kurmayı düşündük ama sonrasında vazgeçtik. Ayrıca giderken gördüğüm Catcher in the Rye okuyan (Türkçesini tabii) kadın, seni bulacağım... (Neden o zaman tanışmadım ki, hayır yaptığım abazanlık değil.)
Mavikent plajı, daha doğrusu milli parkı... Görüntünün kaynağı
Gene yürüyerek anayola kadar çıktık. Bayağı yorulduğumuzu belireyim bu esnalarda. Gene otostop çekmeye kalktık ama duran olmadı. Yürüyelim dedik, Kumluca 30 km idi. Bunun üzerine yoldan geçen Kumluca otobüsüne bindik, girişte indik. Epey yağmurluydu hava. Oradan haritalardan denizi olduğunu gördüğümüz Mavikent’e ve plajına gittik (Mavikent otobüsüyle). Meğersem Mavikent kasaba, plajı da milli parkmış. Epey yürüdük batıya doğru ama karşımıza otel çıktı. Aslında oralar Tekirova gibi olsaydı, belki kamp kurabilirdik (Keşke Tekirova’da kalsaymışız). Ama ormanlık bir alandı ve ağaçların arasına daldık. Uzaklardan köpek sesleri duyduk, o sırada nasıl çıkacağımızı düşünürken kurtarıcı niyetine bir çobanla karşılaştık ve evet değişik bir kişilikti. Yardım isterken, elini uzatıp bizle tanışmaya kalktı falan. Neyse onun da yardımıyla otobüs durağını bulduk ve durakta kısa boylu bir amcayla sohbet ettik. Dönüp Kumluca’nın girişinde indik ve bir an önce buradan inip Finike’ye varmak istedik. Ama kimse sorsak farklı bir yönü gösteriyordu Finike otobüsü için. Bir de Kaş'a giden otobüslerden birine binmeyi talep ettik ama bizi almadı (Ki oysa Finike'den de geçiyordu, alsan ölür müydün be şoför?). Bu sırada şehre yürümeye başladık ve peşimize önce bir sonrasına iki köpek takılmaya başladı. Hem onlardan kurtulmak, hem de Kumluca’dan gitmek istedik, acıkmıştık da. Sonunda hızlıca girişteki bir kumrucuya dalarak hem doyduk hem de köpeklerden kurtulduk. Neyse artık parklardan birinde yatarız diye düşünüyorduk ki şehrin içinde Finikeli, Finike’yi her şeyden çok seven bir servisçiye rastladık, adam bize epey yardımcı oldu. Bize Finike sahilini övdü (ki hakikaten muazzamdır bence de), bize biraz orada kalmamızı tavsiye etti, ayrıca kızı da benimle aynı okulda okuyormuş (Ama bulamadım henüz onu da). Neyse bindik ve Finike girişinde indik.
Finike sahili... Görüntünün kaynağı
Kumluca’da belki de en büyük pişmanlığımız Mavikent’te saatlerimizi harcadıktan sonra, Finike’ye geldik. Ya biz neden buraya gelmemişiz ki direkt? Gece vaktiydi sanırım, çadırımızı sahile kurduk, şehre girip bir şeyler aldık, sonrasında da yattık uyuduk. Sabah olduğunda erken kalktığım için biraz denize girmek istedim. Epey sığ ve temiz bir suyu var Finike’nin. Yerli halk da buradan denize giriyor sabahları. Neyse girdikten sonra biraz dinlendim ve kalkıp gitmeye başladık. Şehrin dışına yürüdük ve otostop çekmeyi denedik gene ama olmayınca da gene bir ilçe otobüsüne bindik...
DEVAM EDECEK...
İrtibat adresi: luzumsuz@riseup.net
2018 Copyfarleft. Her ne kadar Neocities'e bağlı kalsam da telif lisansı olarak bunu kullanmayı tercih ediyorum.